Gez gez gez, yüz yüz yüz, güneş güneş güneş yoruluyor insan haliyle. Akşamları da otelin sahil mazaralı restoranında yemek yenince şöyle bir taş atmaya başladım ve ne yazıkki denizi dolduramadım :) O güzelim denizi doldurmayayım zaten :)
Nefis bir ay ışığı ve yakamoz eşliğinde Emrenin çektiği fotoğrafım :)
Yüzme bilmeyenlerin kurtarıcısı makarnalar beni de kurtardı ve o kadar keyifliydiki artık deniz :) Denizi harikaydı gerçekten Küçükkuyu'nun. Siz şu an göremiyorsunuz ama bir adım ötemde küçük balıklar var sürü sürü, o sırada bir ahtapot gelmişti sahile ve çocuklar yakalamaya çalışıyorlardı :) Denizin dibindeki taş görünüyor o kadar güzelki su, o kadar berrakki... Zaten mavi bayraklı bir denizmiş ama deniz Süpperrr...
Sonra Assos Behramkale'ye gittik. Küçükkuyu'dan 24 km'lik bir mesafede. Yollar biraz kötü ve bakımsız. O kadar insan gidip geliyor hayret nasıl düzeltmemişler bilemiyorum ama yine zeytin ağaçları yatıştırıyor insanı kızamıyorsunuz bile yollara :) Behramkale'ye geldiğinizde taşlarla örülmüş bir yolda tırmanmaya başlıyorsunuz Assos'a doğru ve yokuşun başında bir teyzeden Yeşil Nektarin aldık :) Onlar 'Ektari' diyorlarmış buna ve yokuşu çıka çıka yemek o kadar zevkliydiki. Yarım kilo aldık teyze -Bakın dönüşte yine alacaksınız yetmez dedi ve dediği oldu dönüşte bir yarım kilo daha aldık :)
Assos'a çıktığınızda sizi harika bir manzara bekliyor yine. Çanakkale'nin heryerinde olduğu gibi büyüleyici... Mavi mavi mavi, yeşil, yeşil, yeşil, rüzgar rüzgar rüzgar...
Burada gördüğünüz mavilerde yeşillerde herhangi bir photoshop yok oradan anlayın yani nasıl bir güzelliktir :)
Assos'tan inerken yol boyu bu güzel hediyelik eşyalar arasında zevkli bir iniş-çıkış yapıyorsunuz. Rüzgarla o kadar güzel bir ses çıkıyorki yol boyu ve hep de rüzgar esiyor güzel güzel. Oradan geçerken -Ahhhh ne kadar güzel bir ses... demiş bulundum bir teyze hemen dert yandı :) -Gel bir saat otur burada be kızım bak bakalım dedi. -Biz bütün gün dinleyince artık güzelliği kalmıyor dedi :) Güldürdü bizi ve haklıydı :)
Ve son gün dönerken Edirne yolu üzerinde Truva'ya da uğradık. Truva Atına binmeden olmaz ama o merdivenleri çıkarken düşmemek için epey bir enerji sarfettik :) Etekli olunca da haliyle daha zor oldu :D Neyse düşmeden çıktık ve indik :)
Truva'yı dolanırken düşünceli insanlar her ağacın altına bir bank koymuşlar. Meşe ağaçlarının altında neredeyse her banka oturarak ilerledik :) O sıcakta Çanakkale rüzgarı ve meşe gölgesindeki bankları olmasa erirdik herhalde :)
Tabi bu geziler Ece için bir anlam ifade etmiyordu elbette. O Truva Atı'na binmek istiyordu ve binince gazı geçti :) Fakat benim kuzum bir kere de ben yoruldum kucağınıza alın demedi. Bizimle paşalar gibi gezdi :)
Truva'da gezimizi sonlandırıp Truva Atı'nın orijinale yakın sergilenen versiyonunu görmek için Çanakkale merkeze gitmeye karar verdik ve gitmişken de bir balık yeriz sahilde diye düşündük :)
Tabi mevsimi olmadığı için çeşit yoktu ama olmayan çeşitlerden bir balık beğendik ve yedik yinede :)
Son olarak da oradan geçerken eski bir saat kulasi görüp -Aaaa bunda da çekilmezsek olmaz :) deyip birde onun önünde fotoğraf aldık :)
Sonuç itibari ile çok yorucu fakat bir o kadar da güzel ve dinlendirici bir tatildi :) Ben çok beğendim Çanakkaleyi ve havasını. Özellikle de rüzgarına kendinden klimasına hayran kaldım. Edirneye gelip de bir gram rüzgar esmediğini görünce hemen özledim oraları :)